31 reviews liked by bodu


Basically this is Doom (1993), but longer and (kinda) boring version.

en iyi telltale oyunu fakat hikayesi Batman için fazla sıkıcı

What The Hell Kind Of Name Is Soap?

Fire Emblem serisine hiç hakimiyetim yoktur. Bu oyuna da üzerimde çok fazla baskının olduğu bir dönemde kafamı dağıtayım diye başlamıştım. Başladım başlamasına ama cidden nasıl bir bataklığa düştüğümü anlatamadan yavaş yavaş batıyordum. Batıyordum diyorum ama kötü anlamda değil. Three Houses o kadar fazla içine çekmişti ki beni neredeyse o zorlu dönemimden beni alıp uzunca bir maceranın içine atmıştı. Hikaye olarak bir akademide profesör olarak başlayıp öğrencilerimiz şakalaşıp sonrasında savaş alanlarında düşmanlarla çarpışmak ayır bir keyifliydi. Birde bu çeşit taktiksel bir oynanışa sahip oyun oynamamışken benim için iyi bir deneyim oldu. Öncelikle oyuna beni en çok bağlayan etmeni anlatmak istiyorum. Oyunun başında seçtiğimiz eve göre o eve mensup olan karakterleri muhataba alıyoruz. Bu arada kesinlikle tavsiyem Blue Lions evini seçmenizdir. Blue Lions evindeki çoğu karakterin gelişimi fazlasıyla kayda değer ve ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Karakterler dışında oynanışı bana çok uzak gelmiş olsa da ilk seferinde beni içine çekmeyi başardı. O kadar akıcı ve hamleni doğru yapmanı isteyen bir yapıyla hazırlanmış ki oynadığım her dakika ayrı keyif aldım.
Oynanış dışında hikayede tam istediğim bir tat içeriyordu. Fantastik bir dünyada hem okul yaşantısı, insan ilişkileri, aşk, komplolar, savaş, trajedi vs. Three Houses bu konuları çok güzel sunan bir yapımdı.


Code Vein bana sunduğu maceranın giriş kısmında fazlasıyla sıktığı için başta bir ön yargı oluşturmama sebep oldu. Oyunun ilk kısımlarında kapıştığımız düşmanların tasarımları, bölgenin tasarımı ve ilk bosslar bana felaket tatsız gelmişti. Bu tatsızlıklardan dolayı kafamın içinde "Ya ben bu oyunu bitirmesem mi?" bu tarz düşünceler dolaşıyordu. Hatta oyunun bir kısmında bırakacaktım ama dedim hadi biraz daha sabır edeyim diyerek devam ettim. Sabrım iyi sonuç verdi yani oyunun o kötü kısımlarını aklımdan uçuran bir sürü tat bir anda kafamdan aşağı aktarılmış gibiydi. Kapışmaktan zevk almadığım düşmanlarla düzgün keyifli kapışmalar yapmamı sağlayınca ayrı bir tat aldım. Başlangıç kısımlarında oyunun hantallığı yüzünden içim şiştiği için oyunun ilerleyen kısımlarında fena rahatladım. Sonrasında oyunun karakterler açısından hikayeyi sunuş biçim azıcık oyunun temposunu baltalıyor olsa da benim hoşuma gitti. Özellikle mücadele ettiğimiz o büyük yaratıkların neler olarak o hale geldiklerini ve kim olduklarını öğrenmek hoştu. Hoştu ama bazı karakterlerin hikayeleri o kadar kalitesiz bir melodramla doldurulmuş ki bazen "ah bitse de gitsek" dediğim oluyordu. Tabii bu bazen oluyordu genel anlamda oyunun hikayesini sunuş şeklini beğendim. Karakterler açısından ise diyebileceğim çoğunluk olarak edgy anime karakterleri olarak tasarlanmışlar. Bu edgy karakterler dışında kalan bir iki karakter var onlarda fazlasıyla samimi ve sizinle ara sıra muhabbet ettiklerinde tebessüm ettiren karakterler.

Karakterlerin samimiyeti ve sevilebilirliği benim için hikaye dışında oynanış içinde önemli bir etmen olmuştu. Bunun sebebiyse yani oyunda bizim dışımızdaki çoğu karakteri yanımızda yandaş olarak savaşa götürebiliyoruz. Savaşa götürdüğümüzde bir aksiyon yoksa yaptığınız çoğu şeye yorum yapıyorlar. Özellikle bazı karakterlerin ikide bir haritayı yada envanteri kontrol ederken kafamı şişirmeleri yüzünden bu noktaya parmak basmak istedim. Bu arada ufak dipnot genel olarak yandaş karakter olarak en babayiğit karakter bence Yakumo'dur. Yakumo harbiden hem savaş açısından hem de kurduğu repliklerle samimi bir ortam oluşturabilen iyi bir yandaştır. Hikayede biraz fazla boş konuşsa da kendisini severim.

Hikaye kısmına değinirsek açılış olarak pek ısınamamakla birlikte ilgimi cezbedip hikayeye bağlanmam çok uzun sürdü. Code Vein hikaye bakımından başlarda o kadar ilginçlikten uzak ki anlatamayacağım bir seviyede. Hikaye böyle olunca oyunun ortalarına kadar pek takmadım ancak mevzuya Juzo Mido gibi kaliteli karakterler ve ilginç olaylar girince "aha ilginç şeyler oluyor" demeye başladım. Cidden Juzo Mido konusu açıldıktan sonra oyunun temposu, ilginçliği ve boss kalitesi artmıştı. Bu benim için oyunun zevkini baya arttırmıştı. Hele bir bosslar vardı benim için Code Veini oynama zevkime zevk katmışlardı. Tabii bossların bazısı da vardı ki Dark Souls serisinin ikonik bazı bosslarının çalıntı derecesinde kopyası gibiydi. Tabii oynayınca sizde fark edersiniz diye düşünüyorum. Bu ufak detay dışında oyunun çoğu bossu da bana keyifli savaşlar sundu.

Keyifli savaşların yanına bir de epik müzikler tadı mükemmel seviyeye ulaştırmaya devam etti. Tüm beğendiğim bossların hem oynanışsal hem de müzik açısından bana verdiği keyif bir başkaydı. Müzikler dışında seslendirme kadrosu da fazlasıyla iyiydi. Özellikle Bleach'ten tanıdığımız Aizen'in seslendirmeni Shou Hayami'nin olduğunu görünce Code Vein'e gönlümü daha fazla kaptırdım. Code Vein yapı bakımından tamamen Dark Souls ama anime stilinde tasarlanmış yan sanayi bir ürün havası veriyor. Böyle bir hava vermesi normal zaten öyle bir yapım kendisi. Sadece benim gözümde Dark Soulslara göre daha iyi yaptığı bir şey var. O da karakter tasarlama seçenekleri. Dark Souls oynadığımda karakterimi bazen bir şeye benzetmeye o kadar uğraşıyordum ki bir yarım saatim buharlaşıyordu. Yarım saat uğraşsam bile düzgün bir şeye benzer bir karakter ortaya çıkmıyordu. Code Vein'e başladığım sırada karakteri tasarlayacağım ama hem seçeneklerin bazıları gereksiz derecede fazla fakat ana özellikler bakımından biraz yoksun hissettirmişti. Sonrasında yoksun olmasını daha iyi buldum da iş işten geçmişti. Böyle dememin sebebi aslında oyunda ufak bir eforla karakteriniz aşırı güzel bir forma getirebiliyorsunuz. Dark Souls'ta kırk taklayla bir şeye benzemeyen bir karakter yaparken Code Vein'de çirkin karakter yapabilmek fazlasıyla imkan dışı geliyor. Hatta çirkin karakter yapmaya başarana ödül falan verilmeli. Biraz fazla abarttım neyse. Tasarladığımız karakteri fiziksel olarak ayarladıktan sonra oyunun garip ama keyifli bir yetenek dizme sistemi var. Sistem genel olarak NPC'ler aracılığıyla elde ettiğimiz kan kodları üzerine kurulmuş. Elde ettiğimiz bu kan kodlarının içinde NPC'nin sınıfına göre yetenekler var ve biz o yetenekleri kullanmak istiyorsak o NPC'ye ait anı parçacıklarını bulup belli miktarda onu açacak eşyayı verip etkin hale getiriyoruz. Bu sistem bana oyunun çoğu kısmında pek yardımcı olmasa da DLC bosslarına gelince bu sistemin önemini fazlasıyla anladım. Önemini anladım ama keyfini de tattım diyebilirim. Sürekli başka yetenek kazanarak o boss üzerinde deneme yanılma yapmak hoşuma gitmişti. Code Vein kesinlikle souls alternatifleri arasında ilk tercihiniz olmasını söyleyebileceğim bir yapım değil. Öyle bir öneri yapsam kesinlikle Nioh'u önerirdim ama Code Vein'de genel olarak keyifli bir yapım bir ara Souls tarzı oyun canınız çekiyorsa bir şans vermenizi öneririm.

Genel yapı ve harita bakımından biraz dandik olsa da diğer ek paketlerin arasında en keyifli boss savaşı bence bu paketteydi. Bu arada ana oyundan tek farklı yanı Hellfire Knight bossu bu boss dışında her şey ana içerikte gördüğümüz şeylerle aynı. Bu aynı şeyleri kullanma mevzusu fazlasıyla canımı sıktı. O kadar saat ana içerikte kapıştığım o canavarları ek pakette keşke görmeseydim. Onların yerine daha farklı tasarımlı daha ilginç şeyler koyabilirdiniz. Bu arada ana oyunu bitirir bitirmez bu ek pakete atlarsanız düşmanlar dahil bossu da hiç acımadan dümdüz ediyor. Sırf ek paketteki seviyeye ulaşmak için oturdum seviye kastım. Diyeceğim o ki sadece boss savaşı dışında pekte iyi bir ek paket değil. Dipnot bossun elektrik efektine zaafı var.

Geldik son ek pakete fazla gevelemeye gerek yok aslında. Genel olarak diğer iki ek pakette olduğu gibi yine aynı düşmanları daha güçlü hale getirip beni delirtmeye çalışan bir ek paketti. Hellfire Knight ek paketinde olduğu gibi yine boss savaşı yüzünden öneriyorum. Boss savaşı olarak Lord of Thunder fazlasıyla keyifli ne yaptığı kestirilebilen hoş bir savaştı. Frozen Empress gibi iğrenç bir tasarım hatası değildi kesinlikle.

Hem bölüm tasarımı hem boss tasarımı hem de tercih ettiği düşman tiplerinden dolayı fazlasıyla berbat ve kayda değer olmayan bir ek pakettir kendisi. Bossu inanılmaz sinir bozucu bir tür gimmicke sahip ama oyun boyunca kapıştığımız bosslardan çok daha atletik olduğu için bize sunulan gimmick yerine getirmemiz 10 kat zorlaşıyor. Kesinlikle vakit ayırmaya değmeyen bir ek içerikti.

Salt and Sanctuary, yıllardır imrendiğim Bloodborne'un temasıyla metroidvaniayayı bir güzel harmanlayıp sunuyor. İlk başlarda sadece "Bu oyunun ikincisi çıkacaktı ilki nasıl acaba" düşünceleriyle başladım. Pek bir beklentim yoktu açıkçası ama oyunun her bir adım daha ilerlediğimde karşıma çıkan her şey beni şaşırtıyordu. Şaşırmamın sebebi de çıkan bosslar, düşmanlar ve yeni mekanlar fazlasıyla kendine özgü kendince görkemli olduğu için şaşırıyordum. İlk olarak az çok tadımı kaçıran bir noktaya kısaca değinmek istiyorum. Tür olarak metroidvania olan bir oyunun neden oyun içinde harita yok. Bildiğiniz bir harita yok o yüzden gittiğiniz yolları aklınızda tutarak ilerleyebiliyorsunuz. Tabii harita olmaması ara sıra sıkıntı olsa da pek umursamadım. Oyunda harita yok ya bu problemi şöyle çözmüşler. Salt and Sanctuary'nin fiziksel satışlarında yanında oyunun haritasını da veriyorlarmış. Bu bilgiyi de öyle Reddit'te harita var mı? diye bakınırken gördüm. Harita olmaması dışında pek bir şikayetim yok. Genel anlamda benim gözümde en yükseldiği kısım kendine has tasarımları diyebilirim. NPC'ler genel olarak aynı tipte olsa bile bosslar ve genel düşmanların çoğu hoş tasarımlara sahip. Bana özellikle oyunun son bossunun görkemli havasını aşırı beğendim.

Souls oyunlarının yapılarını bilenlerin anlayacağı bir durumu anlatmak istiyorum. Genel olarak her souls oyununda çeşit çeşit NPC'lerin görev dizileri var. Souls-like oyunlarda doğal olarak kendi oyunlarına buna benzer görev dizileri koymaya özen gösteriyorlar. Neden bilmiyorum ama Salt and Sanctuary'de bu görev dizileri bana sönük kalmış gibi geldi. Tabii doğru hatırlıyorsam oyunda zaten 3 tane NPC görev dizisi olması lazım. NPC'lerde konu açılmışken birde tuzlanmış bonfire sistemini az anlatayım. Souls oyunlarında olan bonfire kayıt noktalarını SaS kendince çok iyi yorumlamış. SaS soulslarda bulunun bonfire sistemini ve covenant mantığını birbirine harmanlayarak Sanctuary kayıt noktalarını hazırlamış. Sanctuaryler yemin ettiğiniz bir çeşit din varsa oyun dünyasında ona göre farklı can yenileme şişeleri alıyorsunuz. Ek olarak bu Sanctuarylere keşifleriniz sırasında bulduğunuz ufak rehber, lider gibi heykelleri kullanarak kayıt noktasına bir sürü NPC ile doldurabiliyorsunuz. O karamsar tondaki dünyada dinlendiğimiz Sanctuarylerin öyle kalabalık olması benim içime hoş ve yalnızlıktan kurtulmuşum gibi hisler veriyordu.

Sanctuaryleri topladığınız NPCleri isterseniz bir işlem yaparak kendinize düşman bile edebiliyorsunuz. Tabii böyle bir durumda klasik souls oyunlarındaki gibi günahlarınız birikiyor. Onu da başka bir NPC'ye giderek günah çıkarabiliyorsunuz.
Salt and Sanctury'de soulslarda olduğu kadar günahkarlığın bir etkisi yok galiba yani ben bir etkisiyle karşılaşmadım. Souslarda genel olarak sizin dünyanızı diğer oyuncuların işgal etme oranını arttırıyordu. Sas'te ise oyunun online özelliklerini çok az kullandım. Herhalde Sanctuary'e çağırdığımız Sellsword NPCleri sayesinde online bazı özellikleri kullanıyorsunuz. Benim online tarafında tek kullandığım özellik etraftaki oyuncuların bıraktığı mesajları okumaktan ibaretti. Zaten oyun pek online yardım gerektirecek kadar oyuncuyu zorlamıyor. Bunların dışında oyunun karakter oluşturma kısmı fena olmayacak seviyede çeşitli. Bu yapımın karakter oluşturma ekranının basitliği sayesinde hiç vakit harcamadan hoş görünen bir karakterle başlamak benim hoşuma gitti. (Bazen işin ucunu kaçırıp fazla vakit gömüyorum) Karakteri oluşturduktan sonra seçtiğiniz klasa göre kendinize göre çeşitli şekilde hangi yönde güçlü olacağını oluşturabiliyorsunuz. Mesela benim karakterim Avcı klasıyla başladı. Normalde ana silahlarım arbalet ve kırbaç iken karakterimi direk katanasıyla hızlıca düşmanları yok eden bir şeye dönüştürdüm. Düz fiziksel hasar bir karakter dışında konuşmak gerekirse az çok kullandığım büyülerde oynanışa keyif katıyor. Düşmanları keserken uzuvlarının kopuşu da oynanışa ayrı bir tatmin hissi katıyor. Sizin de benim gibi Bloodborne PC portu hayaliniz var ve Bloodborne benzeri bir şey mi oynamak istiyorsunuz. O halde indirimlerde Salt and Sanctuary'i kapın derim.