Son zamanlarda Rogue-like türevi oyun çukuruna tekrardan düştüm. Blobfish'in yaptığı bir başka yapımı Brotato'yu çok severek oynamıştım. Sonra biraz yapımcının diğer oyunlarına göz gezdireyim derken Space Gladiators ile karşılaştım. Karşılaştığım güne... neyse böyle dediğime bakmayın fazlasıyla eğlenerek saatlerimi verdim. Oyunun içerisindeki farklı karakterlerle ve eşya çeşitliliğiyle güzelinden bir oynanış çeşitliliği sundu. Sundu sunmasına ama oyunun rastgele konumlanan bir haritaya sahip olmadığını fark ettim. Bu haritaların fazlasıyla birbirine benzer harita dizilimleri olunca sıkılabilirsiniz diye düşünüyorum. Ben pek sıkılmadım ama gözüme çok çarptı. Fiyatı şuan bir zam almamış şekilde tertemiz duruyor. Bu fiyata aşırı eğlenceli bir yapım hele ki indirimlerde alırsanız bence paranızın hakkını verir.

Önceki ek paket gibi bu ek paketinde eklediği şeylerden çok memnun kaldım. Vampire Survivors'a her gelen ek paket eğlenceli ve oyunun içindeki içerikleri karıştırarak yeni şeyler çıkarıyor. Ana oyunda haritalarda yaptığımız skorlar sayesinde farklı haritalar açarken yeni gelen ek pakette yaptığını silah formasyonları sayesinde o haritadan direk başka bir haritaya ışınlanıp oradan devam edebiliyorsunuz. Bununla tesadüfen karşılaştığımda aşırı şaşırmıştım. Yeni eklenen karakterlerin bana popüler animelere ufak bir referans yapıyormuş gibi geldi. Maruto Cuts diye böyle ağır kocaman kılıçlı bir karakter var mesela karakterin ağır kılıcını evrimleştirince kendi klonlarını ileri atarak saldırmaya başlıyor. Açıkçası birbiriyle alakası olmayan iki popüler anime karakterini iyi karıştırıp sunmuşlar. İsminden bariz olarak Guts ve Naruto'nun özelliklerini güzelce karıştırıp ortaya Maruto Cuts'ı çıkartmışlar. Diğer karakterlerde mutlaka bir şeylere gönderme olarak tasarlanmıştır. Eleanor mesela Konosubadan Megumin gibi patlama büyüsü yapabiliyor. Tabii o büyüyü ana silahını evrimleştirince yapabiliyor. Bu arada önceki ek pakete göre daha fazla ve daha ilginç haritalar eklenmiş. Mesela bir haritamız var boşlukta uçan odalar var ve seçtiğiniz kapılara göre farklı yerlere ışınlayıp sizi farklı düşmanların arasına atabiliyor. Başka bir örnek verirsem de ek paketin ana haritası böyle büyülü orman içerisinde labirent gibi olan kısımları var. Labirentlerde düşmanlar iyice kapana kıstırıp kolayca öldürüyorlar. Bazen ağaçların fazla olduğu yerler var oralarına arasına girip farklı düşman dalgalarıyla karşılaşıp oyun içi farklı ödüllerde alabiliyorsunuz. Ana oyunu beğenerek oynadıysanız bu ek paketi de alın çok beğeneceğinizi düşünüyorum.

Yapımcının diğer oyunlarını çok severek oynayıp fazlasıyla vaktimi gömdüm. Gömdüğüm vakitlerde aşırı zevk aldığımı söyleyebilirim ancak aynısı Lost Potato için geçerli değil. Tabii ki kötülemek için demiyorum ama onlara göre çok çok basit ve sade o oyunlarda basit bir mantıkla kurulup üstüne çeşitli eklemeler yapılan tatlı oyunlardı. Bu oyunda onlar gibi tatlı ancak o kadar vakit süngeri olacak kadar çeşitli değil. Bazı mobil oyunlar vardır mesela böyle iş arası dert arası açıp bir iki kez oynar kafayı boşaltırsınız. İşte Lost Potato öyle bir oyun uzun süre oynasan aşırı bayar ama böyle rastgele aşırı bunaldığın bir vakit açıp oynayacaksın kafanı rahatlatacaksın. Hakkını vermek istediğim bir konu var. Oyunun düzeni çok hoşuma gitti. Normalde oyunlarda tehlike olan tuzakları bu oyunda düşmanları yok ettiğimiz araçlara dönüştürüp bizi bir nevi tuzaklara iten başka bir tuzak rolüne sokmuşlar. Karakterlerimiz düşmanlara zarar veremiyor ancak onlara vurdukça itiş gücüne bağlı olarak alanın bir kısmına itiyor. İttiği kısımlarda tuzak varsa onun ölümü oluyor biz ise tuzaklardan bir zarar görmüyoruz. Tuzakların tehlike olduğuna o kadar alışmışım ki oyunda ezbere tuzaklardan kaçıp köşeye çok sıkıştım. Zamanla alıştığımız tuzak öldürür mantığının tam tersi olunca alışması biraz uğraştırıcı oldu. İndirimler sırasında öyle bir kafa dağıtma amaçlı bir şey arıyorsanız yani bu oyunu alabilirsiniz. Tabii pek bir alternatifiniz yok ise alın alternatifiniz varsa bunu almanızı pek tavsiye etmem.

Başlarında oyun eğlenceli bir BOTW klonu gibi dursa da biraz daha oynayınca kendini gachayla karıştırıp kabız eden zehirli bir çorba gibi tat vermeye başlıyor. Hayran kitlesi de kabızın artmasına sebep olabiliyor.

2K23 çıkmasına çok az kalmışken 2K22 deneyimim hakkında konuşmak istiyorum. Çocukluğumdan beri profesyonel güreşi izlemeyi çok severim ve eski oyunlarını fazlasıyla oynardım. Eski oyunlardan favorim de PS2'ye çıkmış olan Here Comes The Pain diyebilirim. O oyunun cidden benim için yeri ayrıdır. 2K22'ye geri dönersek gayet keyif alıp suyunu çıkarana kadar oynadığımı söyleyebilirim. Öncelikle daha yeni Hall of Fame olarak duyurulan çocukluk kahramanım Rey Mysterio'nun kariyeri boyunca çıktığı önemli maçları bir çeşit senaryo sunan Showcase modu hakkında konuşmak istiyorum. Rey oldum olası güreş merakımı ateşleyen kişilerden birisidir. Akrobatik ve hızlı olan Luchador kültüründen fırlamış bu adama çok hayrandım. Tabii Brock, Goldberg, Bret Hart gibi efsaneleri daha çok seviyordum ama Rey bir başkaydı. Bu ben de farklı bir yerde olmasından kaynaklı Showcase modunu oynarken aşırı keyif aldım. Eddie ile olan ilk kemerini kazandığı maçından Undertaker ile çıktığı kemer maçından günümüze kadar olan önemli maçları çok enfes şekilde derleyip sunmuşlar. Özellikle maç sırasında verilen birkaç objektif var onları yaptığınız zaman dövüşün akışıyla beraber gerçek maçta olan hareketleri direk orijinal görüntüleriyle izliyorsunuz. Showcase hakkında tek bir şikayetim var o da Halloween Havoc maçındaki Backflip DDT objektifi ya ben bunu yapmaya çalışırken o kadar zorlandım ki eh yeter be deyip ileri ki iki maçı tamamladım. Tabii sonrasında o maça dönüp yaptım objektiflerini.

Showcase dışında Myrise moduna da baya bir vakit gömdüm. Öncesinde erkek bir güreşçi oluşturup başladım kariyere önüme geleni patır patır dövdüm. Bir noktadan sonra RAW, SMACKDOWN ve NXT arasında geçiş yaptıkça kariyer hikayesinin çok fazla aynı olay örgüsüne sahip olduğunu fark edince biraz moralimi bozdu. Tekrar tekrar gerçekleşen ihanetler çok sinirimi bozuyordu. Bu kariyer modumda alabileceğim tüm kemerleri alınca dedim neden kadın kariyer modunu denemiyorum. Oturdum ona başladım yine önüme geleni harcıyorum maçta ama şaşırtıcı şekilde erkek kariyerinde olan ihanet sarmalı bunda daha azdı. Az olmasına azdı ama 2K22'de genel anlamda kadın güreşçilerle oynamanın zevki pek yok diyebilirim. Bunun sebebiyse neredeyse çoğu Diva çok hantal kapışıyor. Yani erkek güreşçilerin en cüsselisi bile oynanış kısmında daha hızlı hamle yapıyor. Bunun dışında fena olmayan tatlı bir kariyer moduydu ara sıra güldüren kısımlarıyla keyif verdi.

Mygm modu ve Myuniverse modlarına gelelim. Önceliğimi Mygm'e yönelteyim. Mygm güreşçi olarak değil de genel olarak müdürlük yapıp maçların düzenini ve kimlerin kapışacağını seçip ilerleyen bir yönetim simülasyonu olarak özetleyebilirim. Bu arada yönetim yapıyorsunuz ama isterseniz ayarladığınız maçları kendiniz oynayabiliyorsunuz. Ben beş yıldızlık gösteri yapmak için kendi elimle oynamak istedim ama galiba öyle yapılmıyormuş. Onu üzücü yoldan anlamış oldum. Genel olarak keyifli bir mod ara sıra kafa dağıtmak için yönetim rekabetlerine girmek eğlenceli oluyor. Neyse Myuniverse'e gelirsek ise tamamıyla müdür konumundasınız. İstediğini şovu istediğiniz şekilde yönlendirip güreşçiler arasında yeni hikayelere yol açabiliyorsunuz. Bu yeni hikayelere yol açma olayı çok tatlı ama fazlasıyla sığ olduğunu söyleyebilirim. Pekte bir şey beklemiyorum aslında ama idare eder bir seviyede düşmanlık ve takım çalışması hikayeleri kuruyor. Böyle olması bana yetti.

Myuniverse modunun en çekici noktası benim için topluluktan indirdiğiniz şovlar ve arenalarla kendi şovunuzu ekleyip kendi yaptığınız veya indirdiğiniz karakterle istediğiniz gibi takılabilmemiz. Bu özellik de beni en çok oyuna bağlayan noktaya geliyor. Topluluk yapımı materyaller o kadar hoşlar ki anlatamam yani genel maç yapmak yerine gidip toplulukta hangi karakterler yapılmış ilginç karakterler bulayım diye o kadar fazla gezdim ki saatlerim çürüdü. En sonunda böyle topluluk gezintilerinden sonra dedim ki sevdiğim karakterler yapılmamış o zaman ben yaparım deyip birkaç tane karakter yaptım. Yaptığım karakterler çoğunluk olarak beni tatmin eden cinsten oldu. Böyle bir oyuna nazaran karakter tasarlamak çok detaylı ve tatmin edici. Mesela bir karakter yaptığınız işte gidip hareket listesini de ayarladınız. Sırada ne var güreşçinin girişi işte ona bile üstün körü bile olsa kendi giriş videonuzu yapabiliyorsunuz. Böyle ufak hoş eklentilerle oluşturduğunu karakterin kalitesini arttırmak benim için muhteşem bir zevkti. Umarım 2K23'te çok çok keyifli bir oyun olur ve inşallah oynamak nasip olur.

Genel olarak fazlasıyla birbirinin aynısı düşmanları ve kötü dizayn edilmiş bölümleri yüzünden fazlasıyla sıktı. Bosslar anlamında da çok bayat zevksiz savaşlar daha çok sıkılmama sebep oldu. Belki Co-Op oynasaydım daha çok zevk alabilirdim ama yapacak bir şey yok. Son olarak silahların kullanımından hoşlandığım için biraz daha ilerleyebildim ama oyun yine bir noktada sıktı beni. Co-Op oynayacak arkadaşınız varsa bir göz atın derim.

Salt and Sanctuary, yıllardır imrendiğim Bloodborne'un temasıyla metroidvaniayayı bir güzel harmanlayıp sunuyor. İlk başlarda sadece "Bu oyunun ikincisi çıkacaktı ilki nasıl acaba" düşünceleriyle başladım. Pek bir beklentim yoktu açıkçası ama oyunun her bir adım daha ilerlediğimde karşıma çıkan her şey beni şaşırtıyordu. Şaşırmamın sebebi de çıkan bosslar, düşmanlar ve yeni mekanlar fazlasıyla kendine özgü kendince görkemli olduğu için şaşırıyordum. İlk olarak az çok tadımı kaçıran bir noktaya kısaca değinmek istiyorum. Tür olarak metroidvania olan bir oyunun neden oyun içinde harita yok. Bildiğiniz bir harita yok o yüzden gittiğiniz yolları aklınızda tutarak ilerleyebiliyorsunuz. Tabii harita olmaması ara sıra sıkıntı olsa da pek umursamadım. Oyunda harita yok ya bu problemi şöyle çözmüşler. Salt and Sanctuary'nin fiziksel satışlarında yanında oyunun haritasını da veriyorlarmış. Bu bilgiyi de öyle Reddit'te harita var mı? diye bakınırken gördüm. Harita olmaması dışında pek bir şikayetim yok. Genel anlamda benim gözümde en yükseldiği kısım kendine has tasarımları diyebilirim. NPC'ler genel olarak aynı tipte olsa bile bosslar ve genel düşmanların çoğu hoş tasarımlara sahip. Bana özellikle oyunun son bossunun görkemli havasını aşırı beğendim.

Souls oyunlarının yapılarını bilenlerin anlayacağı bir durumu anlatmak istiyorum. Genel olarak her souls oyununda çeşit çeşit NPC'lerin görev dizileri var. Souls-like oyunlarda doğal olarak kendi oyunlarına buna benzer görev dizileri koymaya özen gösteriyorlar. Neden bilmiyorum ama Salt and Sanctuary'de bu görev dizileri bana sönük kalmış gibi geldi. Tabii doğru hatırlıyorsam oyunda zaten 3 tane NPC görev dizisi olması lazım. NPC'lerde konu açılmışken birde tuzlanmış bonfire sistemini az anlatayım. Souls oyunlarında olan bonfire kayıt noktalarını SaS kendince çok iyi yorumlamış. SaS soulslarda bulunun bonfire sistemini ve covenant mantığını birbirine harmanlayarak Sanctuary kayıt noktalarını hazırlamış. Sanctuaryler yemin ettiğiniz bir çeşit din varsa oyun dünyasında ona göre farklı can yenileme şişeleri alıyorsunuz. Ek olarak bu Sanctuarylere keşifleriniz sırasında bulduğunuz ufak rehber, lider gibi heykelleri kullanarak kayıt noktasına bir sürü NPC ile doldurabiliyorsunuz. O karamsar tondaki dünyada dinlendiğimiz Sanctuarylerin öyle kalabalık olması benim içime hoş ve yalnızlıktan kurtulmuşum gibi hisler veriyordu.

Sanctuaryleri topladığınız NPCleri isterseniz bir işlem yaparak kendinize düşman bile edebiliyorsunuz. Tabii böyle bir durumda klasik souls oyunlarındaki gibi günahlarınız birikiyor. Onu da başka bir NPC'ye giderek günah çıkarabiliyorsunuz.
Salt and Sanctury'de soulslarda olduğu kadar günahkarlığın bir etkisi yok galiba yani ben bir etkisiyle karşılaşmadım. Souslarda genel olarak sizin dünyanızı diğer oyuncuların işgal etme oranını arttırıyordu. Sas'te ise oyunun online özelliklerini çok az kullandım. Herhalde Sanctuary'e çağırdığımız Sellsword NPCleri sayesinde online bazı özellikleri kullanıyorsunuz. Benim online tarafında tek kullandığım özellik etraftaki oyuncuların bıraktığı mesajları okumaktan ibaretti. Zaten oyun pek online yardım gerektirecek kadar oyuncuyu zorlamıyor. Bunların dışında oyunun karakter oluşturma kısmı fena olmayacak seviyede çeşitli. Bu yapımın karakter oluşturma ekranının basitliği sayesinde hiç vakit harcamadan hoş görünen bir karakterle başlamak benim hoşuma gitti. (Bazen işin ucunu kaçırıp fazla vakit gömüyorum) Karakteri oluşturduktan sonra seçtiğiniz klasa göre kendinize göre çeşitli şekilde hangi yönde güçlü olacağını oluşturabiliyorsunuz. Mesela benim karakterim Avcı klasıyla başladı. Normalde ana silahlarım arbalet ve kırbaç iken karakterimi direk katanasıyla hızlıca düşmanları yok eden bir şeye dönüştürdüm. Düz fiziksel hasar bir karakter dışında konuşmak gerekirse az çok kullandığım büyülerde oynanışa keyif katıyor. Düşmanları keserken uzuvlarının kopuşu da oynanışa ayrı bir tatmin hissi katıyor. Sizin de benim gibi Bloodborne PC portu hayaliniz var ve Bloodborne benzeri bir şey mi oynamak istiyorsunuz. O halde indirimlerde Salt and Sanctuary'i kapın derim.

Hem bölüm tasarımı hem boss tasarımı hem de tercih ettiği düşman tiplerinden dolayı fazlasıyla berbat ve kayda değer olmayan bir ek pakettir kendisi. Bossu inanılmaz sinir bozucu bir tür gimmicke sahip ama oyun boyunca kapıştığımız bosslardan çok daha atletik olduğu için bize sunulan gimmick yerine getirmemiz 10 kat zorlaşıyor. Kesinlikle vakit ayırmaya değmeyen bir ek içerikti.

Geldik son ek pakete fazla gevelemeye gerek yok aslında. Genel olarak diğer iki ek pakette olduğu gibi yine aynı düşmanları daha güçlü hale getirip beni delirtmeye çalışan bir ek paketti. Hellfire Knight ek paketinde olduğu gibi yine boss savaşı yüzünden öneriyorum. Boss savaşı olarak Lord of Thunder fazlasıyla keyifli ne yaptığı kestirilebilen hoş bir savaştı. Frozen Empress gibi iğrenç bir tasarım hatası değildi kesinlikle.

Genel yapı ve harita bakımından biraz dandik olsa da diğer ek paketlerin arasında en keyifli boss savaşı bence bu paketteydi. Bu arada ana oyundan tek farklı yanı Hellfire Knight bossu bu boss dışında her şey ana içerikte gördüğümüz şeylerle aynı. Bu aynı şeyleri kullanma mevzusu fazlasıyla canımı sıktı. O kadar saat ana içerikte kapıştığım o canavarları ek pakette keşke görmeseydim. Onların yerine daha farklı tasarımlı daha ilginç şeyler koyabilirdiniz. Bu arada ana oyunu bitirir bitirmez bu ek pakete atlarsanız düşmanlar dahil bossu da hiç acımadan dümdüz ediyor. Sırf ek paketteki seviyeye ulaşmak için oturdum seviye kastım. Diyeceğim o ki sadece boss savaşı dışında pekte iyi bir ek paket değil. Dipnot bossun elektrik efektine zaafı var.


Code Vein bana sunduğu maceranın giriş kısmında fazlasıyla sıktığı için başta bir ön yargı oluşturmama sebep oldu. Oyunun ilk kısımlarında kapıştığımız düşmanların tasarımları, bölgenin tasarımı ve ilk bosslar bana felaket tatsız gelmişti. Bu tatsızlıklardan dolayı kafamın içinde "Ya ben bu oyunu bitirmesem mi?" bu tarz düşünceler dolaşıyordu. Hatta oyunun bir kısmında bırakacaktım ama dedim hadi biraz daha sabır edeyim diyerek devam ettim. Sabrım iyi sonuç verdi yani oyunun o kötü kısımlarını aklımdan uçuran bir sürü tat bir anda kafamdan aşağı aktarılmış gibiydi. Kapışmaktan zevk almadığım düşmanlarla düzgün keyifli kapışmalar yapmamı sağlayınca ayrı bir tat aldım. Başlangıç kısımlarında oyunun hantallığı yüzünden içim şiştiği için oyunun ilerleyen kısımlarında fena rahatladım. Sonrasında oyunun karakterler açısından hikayeyi sunuş biçim azıcık oyunun temposunu baltalıyor olsa da benim hoşuma gitti. Özellikle mücadele ettiğimiz o büyük yaratıkların neler olarak o hale geldiklerini ve kim olduklarını öğrenmek hoştu. Hoştu ama bazı karakterlerin hikayeleri o kadar kalitesiz bir melodramla doldurulmuş ki bazen "ah bitse de gitsek" dediğim oluyordu. Tabii bu bazen oluyordu genel anlamda oyunun hikayesini sunuş şeklini beğendim. Karakterler açısından ise diyebileceğim çoğunluk olarak edgy anime karakterleri olarak tasarlanmışlar. Bu edgy karakterler dışında kalan bir iki karakter var onlarda fazlasıyla samimi ve sizinle ara sıra muhabbet ettiklerinde tebessüm ettiren karakterler.

Karakterlerin samimiyeti ve sevilebilirliği benim için hikaye dışında oynanış içinde önemli bir etmen olmuştu. Bunun sebebiyse yani oyunda bizim dışımızdaki çoğu karakteri yanımızda yandaş olarak savaşa götürebiliyoruz. Savaşa götürdüğümüzde bir aksiyon yoksa yaptığınız çoğu şeye yorum yapıyorlar. Özellikle bazı karakterlerin ikide bir haritayı yada envanteri kontrol ederken kafamı şişirmeleri yüzünden bu noktaya parmak basmak istedim. Bu arada ufak dipnot genel olarak yandaş karakter olarak en babayiğit karakter bence Yakumo'dur. Yakumo harbiden hem savaş açısından hem de kurduğu repliklerle samimi bir ortam oluşturabilen iyi bir yandaştır. Hikayede biraz fazla boş konuşsa da kendisini severim.

Hikaye kısmına değinirsek açılış olarak pek ısınamamakla birlikte ilgimi cezbedip hikayeye bağlanmam çok uzun sürdü. Code Vein hikaye bakımından başlarda o kadar ilginçlikten uzak ki anlatamayacağım bir seviyede. Hikaye böyle olunca oyunun ortalarına kadar pek takmadım ancak mevzuya Juzo Mido gibi kaliteli karakterler ve ilginç olaylar girince "aha ilginç şeyler oluyor" demeye başladım. Cidden Juzo Mido konusu açıldıktan sonra oyunun temposu, ilginçliği ve boss kalitesi artmıştı. Bu benim için oyunun zevkini baya arttırmıştı. Hele bir bosslar vardı benim için Code Veini oynama zevkime zevk katmışlardı. Tabii bossların bazısı da vardı ki Dark Souls serisinin ikonik bazı bosslarının çalıntı derecesinde kopyası gibiydi. Tabii oynayınca sizde fark edersiniz diye düşünüyorum. Bu ufak detay dışında oyunun çoğu bossu da bana keyifli savaşlar sundu.

Keyifli savaşların yanına bir de epik müzikler tadı mükemmel seviyeye ulaştırmaya devam etti. Tüm beğendiğim bossların hem oynanışsal hem de müzik açısından bana verdiği keyif bir başkaydı. Müzikler dışında seslendirme kadrosu da fazlasıyla iyiydi. Özellikle Bleach'ten tanıdığımız Aizen'in seslendirmeni Shou Hayami'nin olduğunu görünce Code Vein'e gönlümü daha fazla kaptırdım. Code Vein yapı bakımından tamamen Dark Souls ama anime stilinde tasarlanmış yan sanayi bir ürün havası veriyor. Böyle bir hava vermesi normal zaten öyle bir yapım kendisi. Sadece benim gözümde Dark Soulslara göre daha iyi yaptığı bir şey var. O da karakter tasarlama seçenekleri. Dark Souls oynadığımda karakterimi bazen bir şeye benzetmeye o kadar uğraşıyordum ki bir yarım saatim buharlaşıyordu. Yarım saat uğraşsam bile düzgün bir şeye benzer bir karakter ortaya çıkmıyordu. Code Vein'e başladığım sırada karakteri tasarlayacağım ama hem seçeneklerin bazıları gereksiz derecede fazla fakat ana özellikler bakımından biraz yoksun hissettirmişti. Sonrasında yoksun olmasını daha iyi buldum da iş işten geçmişti. Böyle dememin sebebi aslında oyunda ufak bir eforla karakteriniz aşırı güzel bir forma getirebiliyorsunuz. Dark Souls'ta kırk taklayla bir şeye benzemeyen bir karakter yaparken Code Vein'de çirkin karakter yapabilmek fazlasıyla imkan dışı geliyor. Hatta çirkin karakter yapmaya başarana ödül falan verilmeli. Biraz fazla abarttım neyse. Tasarladığımız karakteri fiziksel olarak ayarladıktan sonra oyunun garip ama keyifli bir yetenek dizme sistemi var. Sistem genel olarak NPC'ler aracılığıyla elde ettiğimiz kan kodları üzerine kurulmuş. Elde ettiğimiz bu kan kodlarının içinde NPC'nin sınıfına göre yetenekler var ve biz o yetenekleri kullanmak istiyorsak o NPC'ye ait anı parçacıklarını bulup belli miktarda onu açacak eşyayı verip etkin hale getiriyoruz. Bu sistem bana oyunun çoğu kısmında pek yardımcı olmasa da DLC bosslarına gelince bu sistemin önemini fazlasıyla anladım. Önemini anladım ama keyfini de tattım diyebilirim. Sürekli başka yetenek kazanarak o boss üzerinde deneme yanılma yapmak hoşuma gitmişti. Code Vein kesinlikle souls alternatifleri arasında ilk tercihiniz olmasını söyleyebileceğim bir yapım değil. Öyle bir öneri yapsam kesinlikle Nioh'u önerirdim ama Code Vein'de genel olarak keyifli bir yapım bir ara Souls tarzı oyun canınız çekiyorsa bir şans vermenizi öneririm.

Fire Emblem serisine hiç hakimiyetim yoktur. Bu oyuna da üzerimde çok fazla baskının olduğu bir dönemde kafamı dağıtayım diye başlamıştım. Başladım başlamasına ama cidden nasıl bir bataklığa düştüğümü anlatamadan yavaş yavaş batıyordum. Batıyordum diyorum ama kötü anlamda değil. Three Houses o kadar fazla içine çekmişti ki beni neredeyse o zorlu dönemimden beni alıp uzunca bir maceranın içine atmıştı. Hikaye olarak bir akademide profesör olarak başlayıp öğrencilerimiz şakalaşıp sonrasında savaş alanlarında düşmanlarla çarpışmak ayır bir keyifliydi. Birde bu çeşit taktiksel bir oynanışa sahip oyun oynamamışken benim için iyi bir deneyim oldu. Öncelikle oyuna beni en çok bağlayan etmeni anlatmak istiyorum. Oyunun başında seçtiğimiz eve göre o eve mensup olan karakterleri muhataba alıyoruz. Bu arada kesinlikle tavsiyem Blue Lions evini seçmenizdir. Blue Lions evindeki çoğu karakterin gelişimi fazlasıyla kayda değer ve ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Karakterler dışında oynanışı bana çok uzak gelmiş olsa da ilk seferinde beni içine çekmeyi başardı. O kadar akıcı ve hamleni doğru yapmanı isteyen bir yapıyla hazırlanmış ki oynadığım her dakika ayrı keyif aldım.
Oynanış dışında hikayede tam istediğim bir tat içeriyordu. Fantastik bir dünyada hem okul yaşantısı, insan ilişkileri, aşk, komplolar, savaş, trajedi vs. Three Houses bu konuları çok güzel sunan bir yapımdı.

Helltaker, Bir sabah uyanıp rüyasında şeytan kızlar gördükten sonra cehenneme inip şeytan kızlardan harem kurmaya başlıyoruz. Oyun böyle absürt bir şekilde başlayınca insan garipsiyor giriş yaparken. Bu hanım ablaları hareme katmak için yapılabilecek iki seçenek bize sunuluyor; olduğumuz bölümün bulmacasını çözüp kıza ulaşmak, diğer yol ise durdurma menüsünden bulmacayı geçerek şeytan kızımızı elde edebiliyoruz.

Helltaker gayet kısa tadımlık bir bulmaca oyunu olmuş. Bulmacaları gayet eğlenceli,kafa yorabilecek türden tasarlanmış bulmacalara ek olarak karakter çizimleri sevimli olmuş. Sevimli şeytan kızları hareminize katmak gibi fantezileriniz varsa bu sevimli kısa harem serüvenine atılmanızı tavsiye ederim.

2018

Dusk'ı ile karşılaştığımda gözüme ilk çarpan şey grafikleri olmuştu. Grafikleri o kadar eski gözüküyordu ki almasam mı diye düşünmeye başlamıştım. Sonrasında hadi alayım ne olacak deyip aldım. İyi ki de almışım çünkü oyun gayet iyi olduğunu fark ettim. Oyun hakkında ilk söylemek istediğim şey oyunun pek doğru düzgün anlatılmış bir hikayesi yok zaten amacı da hikaye anlatmak değil. Fakat oyunda ara sıra bölüm başlarında bir ses bizimle diyalog kuruyor. Bir başka hikaye etmeni sayılabilecek şey ise bana Doom'u anımsatan bölüm sonlarında çıkan yazılar onlar biraz neler döndüğü hakkında biraz bilgi veriyor. Oynanışa gelirsek gayet tatmin edici ve çeşitli bir oynanışa sahip. Oynanıştaki çeşitlilik silahların fazla olmasından kaynaklı tatmin edicilik ise düşmanlara kılıçla kesince parçalanmaları veya süper pompalı tüfekle düşmanlara ateş ettiğinizde parçalanmaları aşırı tatmin edici. Bu aşırı tatmin ediciliğin yanı sıra bir de tam o ortama uygun müzikleri ile tatmin hissi ikiye katlanıyor.

Oyunu oynarken bir şey fark ettim genellikle atmosfer değişimleri gayet iyi yapılmış. Atmosfer değişimi ise oyunda düşmanlar fazla olduğu kısımlar ve az olup hiç olmadıkları kısımlar değişim gösteriyor bu değişim ise şöyle fazla düşman olunca aksiyon tavan yapıyor fakat az düşman olduğunda veya hiç olmadığı kısımlarda bildiğiniz korku oyunlarındaki gerici atmosfere bürünüyor oyun. Oyunun atmosferindeki değişimleri bölümdeki düşman dağılımları yani bölüm tasarımlarına göre değişiyor ve bölüm tasarımları o kadar dengeli tasarlanmış ki atmosferde o dengede değişiyor. Dusk basit ve çok eski dönemlerin oyunlarının grafikleri üzerinden kendi stilini oluşturduğu için olumsuz bir ön yargı oluşturabilir. Ben bu ön yargıya kapılmamanızı öneririm, Dusk bölüm tasarımları ile yeni bir oyun olduğunu hissettirmeyi başarıyor. Arcade FPS türünün güzel örneklerinden biri.

Yakuza Kiwami'de bir çok kısımda hayal kırıklığım olsa da Kiwami 2 için "Kesin bu iyidir öyle olmalı lütfen öyle olsun" diye bir beklentiye girdim ve beklentilerimi fazlasıyla karşıladığını düşünüyorum. Kiwami 2'ye Yakuza 0 kadar bayıldım bir sürü yenilik ve Kiwami'de kaybolup giden büyük yan etkinliklerin dönüşü sayesinde beklentilerim tamamıyla karşılandı.

Öncelikle artık Kiwami'de olan oyun motoru yerine Dragon Engine isimli yeni bir oyun motoruna geçmişler ve bu geçiş baya baya bir fark yaratmış. O fark ise açık ara o muhteşem gözüken grafikler ve yeni dövüş mekaniğiyle karşımıza çıkıyor. Grafikler fazlasıyla iyi gözükürken artık Kazuma Kiryu'da düzgün gözüküyor normalde çok yakından bakınca kendisi fazlasıyla maymuna benziyor. Sonrasında dövüş mekanikleri ise önceki oyunlarda çeşit çeşit stil yerine direk olarak ilk oyunlardaki (PS2 Oyunları) Dragon stiline geri dönülmüş bu tek stil 0 ve Kiwami'de olan 3 stilin karması gibi bir şey ve ben bu yeni dövüş stili ile birlikte oyuna fazlasıyla yeni heat action geldi. Bu yeni heat actionlar dışında eskiden stil değiştirmek için kullandığımız menü artık envanterimizdeki silahları hızlıca almamızı sağlayan bir menü oldu. Ha bir de dövüş mekaniği değil ama artık absürt bir ragdoll mekaniği de var neden absürt diyorum derseniz size biri vurduğu zaman göklere falan uçuyorsunuz.

Açık dünyamız Kamurocho ve Sotenbori olarak ikiye ayrılıyor. Bu açık dünyada en çok hoşuma giden ve gözüme çarpan şey şehirle olan etkileşim oldu eskiden bir dükkana girdiğimizde ekran kararır dükkanın içine girerdik şimdi öyle değil direk kapısını açarak içeri düzgünce hiç kararma olmadan girebiliyoruz. Böyle etkileşimler girebildiğiniz çoğu yerde var ve bu detayın yanı sıra dövüşürken düşmanlarınızı marketlere içine fırlatıp marketleri de dağıtabiliyorsunuz. Başta dediğim gibi Kiwami'de giden büyük yan etkinlikler Kiwami 2'de dönüş yapmış ve bu etkinliklerle uğraşmak yine beni benden aldı fazlasıyla eğlendirdi. Şimdi bu yan etkinlikler yine 0'da olan kulüp işletme, korumalık görevleri, Majima İnşaat Şirketi görevleri bunlar fazlasıyla dolu içerik sağlamasına rağmen ek olarak bir sürü yan görev var zaten Yakuza oyunu bu açıklamama pek gerek yok. Büyük yan etkinlik dışında yeni yan etkinlikler var idollerin fotoğrafçılığını yapmak, tuvalette işeme yarışması gibi çok ilginç yan etkinlikler mevcut.

Hikayesi ise baya polisiye kısımları fazlalaşmış ve baya sürükleyici ilerliyor yine karizmatik bir kötü adamı var. İlginç olayların döndüğü bir Yakuza hikayesi daha ve hikaye ilerleyişi bu oyunda oynanış anlamında sadece adam döv geç olarak tasarlanmamış bazı kısımlarda cidden farklı şeyler denenmeye çalışıldığını gördüm. Bu farklı olan kısımlar cidden eğlenceli olmuş. Oyundaki boss savaşlarıda hiç fena değil Kiwami'nin aksine çoğu eğlenceliydi. Hikaye'de ilerledikçe başka bir yan hikayenin bölümlerini açabiliyorsunuz bunlar Majima'nın küçük bir hikayesini anlatıyor fazlasıyla kısa ama özlediğim Majima oynanışı tekrar deneyim edebilmek mutlu etti beni.

Oyunun Olumlu Yönleri
+ Dövüş mekaniğinin yenilenmesiyle dövüşmek daha çok hoşuma gitti.
+ Bölüm tasarımlarında farklı şeyler denenmiş ve başarılı olmuş.
+ Boss savaşları önceki oyundan daha iyi.
+ Majima'nın hikayesi ve Majima ile tekrardan oynayabilmek.
+ Dragon Engine ile gelen bir sürü yenilik. (Grafiklerin gelişimi, dövüş sisteminin değişikliği, şehirle olan etkileşimin artışı vb.)
+ Yan etkinlikler ve yan görevler yine aynı absürtlükte devam ediyor.
+ Kiwami'de olmayan büyük yan etkinlikler (Kulüp yönetme, emlakçılık gibi) bu oyunda Majima İnşaat Şirketi ve Kiryu'nun kabare kulübüyle geri dönüş yapmış.

Oyunun Olumsuz Yönleri
- Hikaye'nin son kısımları aceleye gelmiş gibi hissettirdi.